Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler
Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler
Haberler / Türkiye

Gazeteciler hakim karşısında: Terbiye edilmeye çalışıldık

24.06.2020
Gazeteciler hakim karşısında: Terbiye edilmeye çalışıldık

Libya’da hayatını kaybeden bir MİT mensubunun ifşa edildiği gerekçesiyle yedisi gazeteci sekiz şüpheli hakkında açılan davanın ilk duruşması bugün 34. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülüyor. Tutuklu yargılanan OdaTV Haber Müdürü Barış Terkoğlu, OdaTV Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, OdaTV muhabir Hülya Kılınç, Yeniçağ yazarı Murat Ağırel ve Yeni Yaşam gazetesi yöneticileri Ferhat Çelik ve Aydın Keser 4 ay sonra hâkim karşısına çıktı. Duruşma gazetecilerin savunmalarıyla devam ediyor.

Libya’da yaşamını yitiren MİT çalışanının cenaze töreni ile ilgili haberler ve Twitter paylaşımları nedeniyle Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Barış Pehlivan, Aydın Keser, Ferhat Çelik, Murat Ağırel, ve yurt dışında olan Erk Acarer ile CHP Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi Eren Ekinci hakkında 7 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası isteniyor.

MİT Kanunu'nun 27. Maddesi ile TCK'nın 329. Maddesi'ndeki Gizli kalması gereken bilgileri açıkladıkları iddiasıyla yargılanan 6 gazetecinin 2 Mayıs'ta tutukluluğuna devam kararı verilmişti. Yurt dışında bulunan Erk Acarer hakkında dosya kapsamında yakalama kararı çıkartılmıştı.

 

Murat Ağırel: İddia makamının sunduğu iddianame bir 'niyetnamedir'

Dosya kapsamında mart ayından beri tutuklu olan gazeteci Murat Ağırel savunmasına başladı. Ağırel savunmasında şunları söyledi: "İddia edildiği gibi bir suçun olmadığını ve nasıl olmadığını savunacağım. Zira bu olmayan suçlamalarla tam 120 gündür cezaevinde bir odada tek başıma tutuluyorum. Hakkımdaki suçlamalar, ne bir somut delile dayanıyor ne de vicdana sığıyor. İddia makamının tarafınıza sunduğu iddianame bana göre bir 'niyetnamedir'.

"Haberi ben yazmadan önce sosyal medyadaydı"

Libya’da öldürülen MİT mensubuyla ilgili haberlerin kendisi yazmadan önce sosyal medyada haber olduğunu söyleyen Ağırel sözlerine şu şekilde devam etti: "19 Şubat’ta muhtarın paylaşımına denk geldim. Şehitlerimizin baba adı, adresi, defin yeri bildiriliyordu. Yorum kısmında da şehidimiz hakkında bilgi ve fotoğraflar vardı. Ancak iddianamede fotoğrafın ilk benim tarafımdan paylaşıldığı iddia ediliyor. Suçlama konusu paylaşımların amacı şehit olan askerlerimizin şehadetini yüceltmekti. Başka bir amacım, düşüncem, kastım yoktu. Anlattığım haberleri sosyal medyadan derlemem ve şehitlerimiz hakkında paylaşım yapmam toplam 50-60 dakika içerisinde gerçekleşmiş ve sadece 43 dakika aktif kalmıştır. Sonrasında hesabımı ele geçirenler tarafından paylaşım kaldırıldı. Odatv haberi ile benim paylaşımım arasında 11 gün var. Odatv haberinden Barış Terkoğlu gözaltına alınınca ancak haberim oldu. Haberin içeriği hakkında bilgi sahibi olduğumda ise şaşırdım. Zira ben tören yapılmadığını biliyordum. Bunu da paylaşımımda belirtmiştim."

"Bu davaların iddianamede yer almasının nedeni kast iddialarının altını doldurmak"

İddia makamının düzenlediği iddianame 50 sayfa. Benden bahsedilen kısım sadece 2 buçuk sayfa. Bu 2 buçuk sayfa içerisinde tam 7 defa "ilk olarak", 2 defa "ilk deşifre" ve 11 defa da "case officer" ifadeleri kullanılmış. İddianamenin giriş kısmında "Olay" başlığı altında "7 Şubat MİT krizi" olarak bilinen davaya ve "MİT TIR'ları davasına" atıf yapılmış ve 3. paragraf sonunda şüphelilerin FETÖ/PDY mensubu oldukları ve casusluk kastı vurgusu yapılmış. Bizim yargılandığımız bu dava ile bağı belirtilmemiş olmasına rağmen, örnek olarak bu davaların hatırlatılmasının nedeni iddianamede yer alan "planlı hareket" ve "kast" iddialarının altını doldurma gayretidir."


 

"Paylaşımımla diğer haber ve fotoğraflar arasında benzerlik yok"

İddianamenin 8.sayfasında "şehit MİT mensuplarının kimlik bilgileri, fotoğrafları ve cenazeye katılan diğer MİT mensuplarının görüntüleri bir plan dâhilinde sistematik ve koordineli biçimde sosyal medya hesapları ile gazete ve internet siteleri üzerinden ifşa edilmiştir" denildi. Şunu belirtmem gerekir ki benim Twitter paylaşımım ile diğer bahsedilen haber ve fotoğraflar arasında bir benzerlik bulunmamaktadır. Birbirine benzemeyen iki soruşturma neden birleştirilmiştir?  Bu konuda iddia makamının sunduğu tek bir delil yoktur.

Bu yanlış bir tahmin, niyetten ibarettir. Devletin en güçlü, en tecrübeli ve en kapsamlı araç gereçlerine sahip olan MİT, terör savcıları, emniyet birimleri böyle bir durum olduğunda daha önceki davalarda olduğu gibi şemaları ile birlikte sunmaz mıydı? İddia makamının bu iddiasının daha bizler savcılık makamında ifade dahi vermeden sosyal medyada dile getirilmesinin tesadüf olduğunu umut ediyorum.

"Libya’da şehitlerimizin olduğunu Sayın Cumhurbaşkanı açıkladı"

İddianamenin 8. sayfasının 5. paragrafında "Şüpheli tarafından 22.02.2020 tarihinde yapılan ve MİT mensuplarının kimlik bilgileri, fotoğrafları, mesleki konum ve unvanları ile birlikte deşifre edildi" denilmektedir. Sayın Başkan lütfen paylaşımıma bir kez daha bakınız, paylaşımımda mesleki konum, unvan ve MİT bilgisi nerede yer almaktadır? Libya’da şehitlerimizin olduğunu Sayın Cumhurbaşkanı açıkladı, muhtar ilk paylaşımı yapmış, fotoğraflar her yerde paylaşılmış, günler sonra ben paylaşım yapmışım. Paylaşımda hangi bilgi, belge yer almaktadır? Bu iddiaya ait paylaşımım ortadadır.

İddia makamı aynı paragrafta "şüpheli tarafından yapılan ifşa eyleminden birkaç gün öncesinde şehitlerin MİT mensubu olduğu bilinmeksizin ve beyan edilmeksizin bir kısım paylaşımların yapıldığı tespit edilmişse de söz konusu paylaşımların hiçbirinde şehitlerin MİT mensubu olduğuna yönelik herhangi bir ibare veya ima bulunmadığı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduklarının belirtildiği anlaşılmıştır" denilmiştir.

"Savcılar önceki paylaşımları kabul etmiş, benimkinde 'kast' olduğu kaanatine varmış"

İddia makamı savcıları benden önce paylaşım yapanların varlığını kabul etmiş ancak benim paylaşımımda "kast" olduğu kanaatine varmış önceki paylaşımlarda ise olmadığı kanaatine varmış. Benim hakkımda savcılık makamının art niyetli olduğu açıktır. Paylaşımımda "meslek memuru kahramanlarımız" demişim. Benden önce yapılan paylaşımlardan birkaç örnek vermek istiyorum:

19 Şubat tarihinde Muhtar Cemali Merter'in paylaşımın altındaki yoruma Ahmet Hafize Kayalı adlı kullanıcı 'Libya' da şehit olan gizli Kahraman', 21 Şubat tarihinde Ahmet Özkan adlı kullanıcı 'Libya' da üst düzey 3 MİT elemanına yapılan saldırıda 2 şehit 1 yaralı haberi doğru mu' -19 Şubat'ta Abdullah Ağar 'isimsiz kahraman' gibi paylaşımlar ile benim paylaşımımı arasında ne fark vardır?"

"Evet ben daha önce ifşa yaptım, tutukluluğumun sebebi bu ise bundan onur duyarım"

"Gazetecilik benim çocukluk hayalimdi. Mesleğe başlamama sebep olan Uğur Mumcu’dur. Gazeteci kalemini namusu bilir. Yurtseverlik, milliyetçilik, Atatürkçülük ülküsünden ayrılmaz. Yalana dolana paraya tamah etmez. Bugüne kadar belgesiz tek bir makale yazmadım yanlış hiçbir bilgiyi de paylaşmadım. Evet ben daha önce ifşa yaptım. Yoksulun, fakirin alın terini sömüren, kamu kaynaklarını yağmalayan, din bezirgânlarını ve çeteleri belgeleri ile ifşa ettim. Uyuşturucu baronları hakkında yazdım, ölüm tehditleri aldım. Savcılığa 1.5 yıl önce başvurdum, soruşturma açılmadı. FETÖ üyelerinin nasıl yurt dışına kaçtığını yazdım. Tazminat davası açtılar. Davayı açanlar tutuklandı, ben hala yargılanıyorum. Yaptığım bir tane yolsuzluk haberine bile dava açmadılar. Tamamı belgelidir çünkü. Şayet suçum, tutuklu olmamın sebebi bu ise bundan onur duyarım.

"Türk halkı hukuksuzluğa alıştırılmaya çalışılmaktadır"

Bir toplumu ayakta tutan temel dayanaklarından biri adalet duygusudur. Bu duygu bir kez yara aldı mı demokrasinin temelleri de sarsılmış demektir. Adalet bağımsız mahkemeler eliyle dağıtılırsa adalet duygusu güçlenir. Çağdaş demokrasilerde adaleti dağıtacak suçluyu suçsuzu ayırt edecek tek yetkili organ mahkemelerdir. Milyonluk soygunlara, yolsuzluklara, yoksulluğa alıştırılan Türk halkı hukuksuzluğa da alıştırılmaya çalışılmaktadır. Hukuk devleti, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlayan demektir. Hukuk devleti ilkesi, insan hakları ile ilgili bütün ilkelerin anasıdır. Bugün karşı karşıya olduğum çağdışı hukuk uygulamaları, keyfi soruşturma süreçleri, hukuk devletine yakışmamaktadır.
Hukuk adli hataların değil; barış, düzen ve adaletin aracıdır. Bugün adaletin tecelli edeceğine inanıyorum inanmak istiyorum.

Yüce mahkemenizin toplum vicdanını rahatlatacak, haksızlığa hukuksuzluğa dur diyeceği kararı vereceğine inanıyorum. Mahkemenizden öncelikle tahliyemi, sonrasında ise suçsuzluğumun nişanesi beraatimi talep ediyorum."

Aydın Keser: 4 aydır hukuksuz şekilde tecrit altındayım

Savunması için ek süre talep eden Murat Ağırel'in savunmasının ardından Yeni Yaşam gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser savunması için söz aldı. Kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmediğini söyleyen Keser, 4 aydır hukuksuz şekilde tecrit altında tutulduğunu söyledi. Keser şunları söyledi:

"24 Şubat'ta yayımlanan haberler nedeniyle cezalandırılmam isteniyor. Bu suçlamaları kabul etmiyorum. Bu haber özel bir kasıtla değil, haber verme saikiyle, çok sayıda haberler derlenerek yapılmıştır. Açık kaynaklardan elde edilmiştir bu haberin içeriği. Haberde yaşamını yitiren kişinin MİT mensubu olduğu yazılmamıştır. Haberin içeriği daha önce yayımlanan haberlerden derlenmiştir. Bu suçlamaların hukuki ve maddi dayanağı da yoktur. Dört aydır cezaevinde ve tecritteyim. Bu süre içinde eşimi sadece bir kez görebildim. Tutuklanmadan önce kalbimde sorun vardı. Cezaevinde de böyle bir problem yaşadım. Cezaevi müdürü tedaviye devam etmem gerektiğini, ancak Covid-19 nedeniyle sevk edemeyeceğini söyledi."

Tutukluluk durumundan eşi ve çocuğunun maddi olarak da olumsuz etkilendiğini belirten Aydın Keser, tahliyesini talep etti.

Ferhat Çelik: Cumhurbaşkanı Libya'da birkaç tane şehit var diyorsa, gazeteci merak eder

Keser'in ardından Yeni Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik savunmasına başladı. Çelik şunları söyledi:

"Dört aydır tecrit altında olduğumuz için konuşmayı unuttuk, dilim sürçerse affola. Zaten medyanın yüzde 95’i AKP’nin elinin altında, yüzde 5’i bağımsız ve kendi çabalarıyla yapmaya çalışıyor. Örneğin İzmir'de bir camide marş okunuyor. Böyle olduğunda sorumlular bulunur, kadın cinayeti olur faili konuşulmaz. Dolayısıyla gazetecilik ters yüz edildi biraz. Bir ülkede Cumhurbaşkanı Libya'da birkaç tane şehit var diyorsa, gazeteci merak eder. İnsanın aklına yurt dışında bir şehit olduğu için doğrudan asker geliyor. Sosyal medyada yakınları paylaşım yapıyor, fotoğraflar paylaşılıyor. Gazeteci açık kaynaklardan tarama yapar. Bilgiye ulaşınca mantığa oturuyorsa doğrudur dersin, bunu yapmak için talimat almam gerekmez. Eğer Cumhurbaşkanı birkaç tane şehit var diyorsa o kadarla yetinmen gerek. Bu nasıl bir gazetecilik?

"Bizim haberlerin içeriği iddianamede yazmıyor"

O dönem kimi gazeteler de bu iddiayı haberleştirdi. Birkaç tane şehidin kim olduğu da o zaman belli değil. Bizim iki haberimiz suçlama konusu. Bir tanesi basılı gazetede, bir tanesi internet sitesinde yayınlandı. Ancak savcı diyor ki ilk olarak Yeni Yaşam gazetesi basılı gazetede yayınlamıştır. Odatv'nin haberinin tamamı iddianamede. Ancak bizim haberlerin içeriği yazmıyor yalnızca başlıklar verilmiş. Haberin içeriğinde ne vardı peki?"

"Haberlerimiz iddianamede yer almamış, hayat hikayeme yer verilmiş"

Haberi okuyan Ferhat Çelik, haberin içeriğinin "iddia edildi, öne sürüldü" gibi ifadeler barındırdığına vurgu yaptı. Çelik sözlerine şu şekilde devam etti: "Yeni Yaşam gazetesi, P24 ve Yeniçağ gazetesinde yazılanları derlemiştir. Onları hedef göstermiyorum, gazetecilik yapmışlardır. Haberlerimiz iddianamede yer almamış, hayat hikayeme yer verilmiş, muğlak ifadelerle suçlama yöneltilmiştir. Bizim suçlamalara karşı yaptığımız savunma da yer almamış.

"Her şey ortadayken biz neden hedef alındık?"

Biz İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği tarafından önce serbest bırakıldık. Kararda haberin daha önce yayınlandığı gibi gerekçeler vardı. Sonra hakkımızda yakalama kararı çıkarıldığını öğrendik. Tutuklanacağımı biliyordum. Haberimin arkasında duruyorum. Haber ortada. İnsan sormadan edemiyor: Her şey ortadayken biz neden hedef alındık?

MİT Kanunu gazeteciliğin elini kolunu bağlıyor. Ben önceden bilemem kim MİT mensubu kim değil. Açık kaynaklardan kopyala-yapıştır şekliyle aldığım haberler nasıl casusluk yapmış olabilirim? Devletin gizli kalması gereken bir bilgiyse bu, savcılık haberden sonra neden 12 gün bekledi bizi ifadeye çağırmak için? Herkes MİT mensubu olabilir. Ben bir haberi yaparken sen MİT'çi misin diye mi sorayım? Biz bu haberi yayınlarken bu insanların kimlik bilgilerinden bihaberiz. Gizli kalması gereken bilgi nedir bunu da söylemiyor iddianame. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Libya'da olduğu bilgisiyse bu gizli bir bilgi değil. Bu bilinen bir şey. Erdoğan bizzat kendisi söylüyor MİT'in orada olduğunu. Biz gazetecilik yapıyoruz, bir kamu görev yapıyoruz. Talimat almayız. Bu işe başlarken Musa Anter, Hrant Dink, Metin Göktepe gibi isimlerden feyz aldım. Bir ifşa kastımız yok. Bu haberden sonra Ümit Özdağ, MİT mensubu olduklarını açıklamış. Manisa'daki cenazeye MİT çelenk yollamış. Kimse orada herhangi bir önlem almamış.

"Gerekirse yatarız ama bu ülke kaybediyor"

Dört yıl da gerekirse yatarız. Basın şehitlerinin anısına ses çıkarmam. Ama bu ülke kaybediyor. Basın özgürlüğü endeksinde son sıralardayız. Bana kişisel olarak ne kaybettirecek? Böyle küçük bir olaydan, böyle büyük bir suç yaratmak doğru değildir. Vicdanlarda zaten beraat etmişiz, özgürüz. Mahkemeye düşen de bunu hukuken tasdiklemek. Bunun haber olduğunu, ifşa kastının olmadığını size sunuyorum."

Hülya Kılınç: Hayatımda ilk defa bu kadar ağır bir suçlamayla karşılaşıyorum

Çelik'in savunmasının ardından duruşmaya bir saat ara verildi. Duruşmanın tekrar başlamasıyla OdaTV muhabiri Hülya Kılınç, savunması için söz aldı. 20 yıllık deneyimli bir gazeteci olduğunu ve hayatında ilk defa bu kadar ağır bir suçlamayla karşılaştığını belirten Kılıç şunları söyledi:

"03.03.2020 tarihinde imzamla yayınlanan haberde “MİT görev ve faaliyetlerine ilişkin devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıkladığım, yayınladığım, yaydığım ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa ettiğim” suçlamasını kabul etmiyorum.

İddianamede haberi yapmam için; şehidin defnedildiği yere gitmem, yörenin muhtarı, aza, Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisi ve şehidin ailesiyle olan görüşmelerim gizli, gizemli ve suç işlemek amaçlı faaliyetler olarak anlatılmaktadır. Bu anlatımın gerçekle ilgisi yoktur. Soruşturma aşamasında gerek savcılık, gerekse sulh ceza hâkimliği ifadelerimde; haberi yapmak için şehidin defnedildiği yere gittiğimi, kimlerle görüştüğümü, haberin detaylarını nasıl ve kimlerden öğrendiğimi, şehidin mezarının fotoğrafını çektiğimi, .sosyal medyada araştırma yaptığımı, haberde kullanılan diğer fotoğrafları nasıl temin ettiğimi, haberi ne zaman ve nasıl hazırladığımı, kime gönderdiğimi detaylı olarak anlattım.

"'Gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama' hakkına sahibim"

Soruşturma aşamasındaki ifadelerimde yalnızca görüşme yaptığım muhtar ile törende haberde kullandığım iki fotoğrafı aldığım Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisinin adını söylemedim. Bunun sebebi; Ben gazeteciyim. Basın Kanununa göre “Gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama “ hakkına sahibim. Haber kaynağımı açıklamak istemedim. Üstelik bu kişilerin, Şehidin cenazesiyle ilgili hazırladığım haber için, bana verdikleri bilgiler görevleri gereğiydi. Biri muhtar, diğer basın bürosu görevlisiydi. Açıkçası, haber hakkında soruşturma yapılması üzerine, benim yüzünden soruşturmaya dahil edilmelerini istemedim.

Bu nedenle Muhtar Cemali Merter ve Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisi Eren Ekinci isimleri haricindeki verdiğim ifadelerim doğrudur. Aynen tekrar ediyorum. Bir gazeteci olmamın öncesinde bir kadın ve 17 yaşında bir erkek çocuk annesiyim ve her şehit haberinde, çocuğunu kaybetmiş annelerin acısını her anne gibi yüreğimde hissederim. Libya’daki şehitlerimizin olduğunu duyduğumda da bir anne olarak aynı acıyı hissettim.

"Şehit için askeri tören yapılmaması haber değeri taşır"

Libya şehitlerinden birinin Manisalı olduğu ve askeri tören yapılmadan defnedildiğini günler sonra köy muhtarının sosyal medyada yapmış olduğu bir paylaşımından öğrendim ve çok şaşırdım. Bir şehit için askeri tören yapılmaması gazetecilik açısından haber değeri taşıyan önemli bir olaydır. Hangi rütbede olursa olsun memleketi için hayatını feda eden her insan değerlidir ve bu değerle uğurlanması gerektiğini düşünürüm. Hayatını vatanı için veren bir şehide askeri tören yapılmamasının haber değeri olması nedeniyle haberi hazırlamak istedim. Haberle ilgili araştırma yaptım. Muhtar, sosyal medyada yaptığı paylaşımda nerenin muhtarı olduğunu yazmıştı. 29 Şubat 2020 tarihinde köy muhtarının telefonunu buldum ve Muhtarı aradım. Muhtara yaptığı paylaşımı sordum ve paylaşımdaki bilgileri sordum.

"Haberin konusu 'Libya’da şehit olan asker' ve “şehitle ilgili askeri tören yapılmamasıydı"

"Muhtar, “Libya Şehidinin köylerinden olduğunu, askeri tören yapılmadığını” söyledi. “Konuyu haber yapmak istediğimi” söyleyince “Köye gelmem durumunda bana yardımcı olacağını” söyledi. Cenazede fotoğraf çekip çekilmediğini sordum. Cenazeye katılan birçok insanın fotoğraf çektiğini ve bana bulabileceğini söyledi. Geleceğim zaman kendisini arayacağımı söyleyerek telefonu kapattım. Pazartesi günü sabah yola çıkmadan Odatv’den Barış Pehlivan’a mesaj yazarak Libya şehidinin Manisa’nın bir köyünden olduğunu ve askeri tören yapılmadan defnedildiğini öğrendiğimi, haberi yayınlamak isterlerse haberi araştırabileceğimi” söyledim. Barış Pehlivan, “Haberi yayınlayabileceklerini, şehidin mezarının fotoğrafını çekebilirsem habere ekleyebileceğimi” söyledi. Barış Pehlivan’la da, muhtarla da yaptığım görüşmelerde şehidin asker olduğunu sanıyordum. Gerek Pehlivan’la gerek muhtarla olan görüşmelerimde haber konusu “Libya’da şehit olan asker” ve “şehitle ilgili askeri tören yapılmamasıydı."

Haberi yapmak için köy muhtarını aramasının ardından köye gittiği süreci anlatan Kılınç, "Muhtara “Şehit MİT mensubu mu?” diye bir soru sormadım ve bu konuda ısrar etmedim" dedi. kılınç devamında şunları anlattı:

"Muhtara “Şehit MİT mensubu” şeklinde ısrara etseydim paylaştığı bilgileri kaldırırdı"

"Şayet muhtara “Şehit MİT mensubu” olduğu şeklinde ısrar etseydim, muhtar şehitle ilgili paylaşımları hemen kaldırma yoluna giderdi. Oysaki ifademin alındığı 05.03.2020 tarihinde Muhtarın paylaşımları halen açıktı ve silinmemişti. Daha sonra paylaşımlarını silmiş. Akhisar merkeze ulaştığımda telefonumun şarjı azaldığı için telefonumu şarj etmek istedim. İndiğim yerde küçük bir açık hava müzesi vardı, daha sonra lazım olabileceğini düşünerek girip birkaç fotoğraf çektim. O sırada bir gazeteci ağabeyim (Murat Çorlu) whatsapptan aradı. Akhisar’da olduğumu söyledim. “Hazır oradayken belediye başkanı ile de bir röportaj yapmak için görüşebilir misin?” diye sordu. Belediye basın bürosundaki yetkiliyi tanıdığımı onunla görüşebileceğimi söyledim.

Daha sonra bir kafeye oturarak telefonumu şarj ettim. Yaklaşık yarım saat sonra kalktım. Akhisar Belediyesi Basın Bürosu görevlisi Eren Ekinci’yi önceden tanıyordum. Ancak telefonu bende kayıtlı değildi. Basın Bürosuna gittim. Eren yoktu. Telefon numarasını basın bürosundan alarak Eren’i aradım. Programa yeni gittiklerini öğrenince çok kısa konuşabildim. Eren’e daha sonra kendisini arayacağımı söyledim. Basın bürosundan ayrılarak Manisa’ya döndüm.

"'Şehit asker değil galiba?' diye düşünmeme neden oldu"

Şehidin köyüne giderken şehidin asker olduğunu sanıyordum. Muhtarın “Çok gençti, binbaşı olamaz”, Şehidin babasının “Uzun zamandır görüşmüyorduk, binbaşı olup olmadığını bilmiyorum” sözleri, cenazeye ‘Teşkilat Başkanı’ yazılı çelengin katılması, askeri tören yapılmaması ben de “Şehit asker değil galiba?” diye düşünmeme neden oldu"

Haberin amacının “Şehidimizin Manisa’da defnedilmesi ve şehidimize hak ettiği resmi törenin yapılmaması” olduğunu tekrar eden Kılınç, tahliye ver beraat edilmesini talep etti.

Barış Pehlivan: Gerçeğin nasıl parçalanmaya çalışıldığını gördüm

Kılınç'ın ardından Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan savunmasına başladı. Pehlivan özetle şunları söyledi:

"Sayın Başkan, Değerli Üyeler, Bundan yüzyıllar önce, dünyanın birçok yerinde mahkumlara azap çektirme törenleri yapılırdı. Kişi önce halkın önünde suçunu itiraf eder, sonra vücudu dört ayrı ata çektirilerek parçalanır, yakılır, kül hale getirilirdi. 

Neyse ki artık modern hukuk sistemi var, rahat olalım değil mi? Ancak Sayın Heyet… Bu davanın soruşturma sürecinde yaşadıklarımızı düşününce benim aklıma hep o sahneler geliyor. Vücut yerine aklın, belleğin ve dolayısıyla gerçeğin nasıl parçalanmaya, nasıl yalan rüzgarında savrulacak kül haline getirilmeye çalışıldığını gördüm. 

"Şimdiyi denetim altına alan, geçmişi de denetim altına alır"

George Orwell’ın bir sözü var: ’Geçmişi denetim altına alan, geleceği de denetim altına alır. Şimdiyi denetim altına alan, geçmişi de denetim altına alır’’  Bizi bu sanık sandalyesine oturtanların temel motivasyonu da işte bu söz.  O halde bana düşen; şimdiyi anlamak ve geleceğimizi kurtarmak için geçmişi doğru anlatmaktır. Bunu da yok etmek istedikleri aklımıza, belleğimize ve gerçeğe sahip çıkarak yapacağım. 

Bundan 9 yıl önceydi. Yine tutukluydum. İlk duruşmaya günler kala, televizyonda bir son dakika haberi vardı. Kaşif Kozinoğlu ölmüştü. Kozinoğlu MİT’in Asya Bölgesi başmüşaviriydi. Hayatımda ilk kez televizyonda yüzünü gördüğüm Kozinoğlu, genel yayın yönetmeni olduğum Odatv’ye bilgi/belge sızdırdığı iddiasıyla tutuklanmıştı. Ve savunmasını dahi yapamadan, çok şüpheli şekilde Silivri’de hayata gözlerini yumdu. 

O zamanki Odatv davasının sanıklarının ortak yönü; Fethullah Gülen’in ve örgütünün içyüzünü herkes korkarken deşifre etmesiydi. Bizleri içeri atanlara inat, kimlerin tutuklanacağının ABD’li diplomatlara önceden söylendiğini ortaya çıkaran ‘’Sızıntı’’ adlı kitabı yazdık. Barış Terkoğlu ile o kitabı yazdığımızda 7 Şubat MİT Krizi bile daha yaşanmamıştı. 

"O MİT belgelerinin kimin tarafından yüklenildiğini bulun dedik, bulunmadı"

19 ay tutuklu kaldım, beraat ettim. Cezaevinden çıktıktan sonra avukatlarımla birlikte savcılığa başvurduk ve şunu istedik: Bilgisayarlarımıza Kozinoğlu’ndan gelmiş gibi gizlice yüklenen MİT raporlarını kim koydu?  Kozinoğlu’nu öldüren, bizlerin aylarını/yıllarını cezaevinde geçirmemize neden olan o MİT belgelerinin kimin tarafından hem evimize hem ofisimize girerek yüklenildiğini bulun, dedik. Bu şikayetimizin üzerinden yıllar geçti. Bulunmadı, belki de araştırılmadı bile.

Sayın Başkan, Değerli Üyeler, 9 yıl önceki Odatv davasında; Fethullahçılar bilgisayarımıza MİT belgelerinin yanı sıra sahte dokümanlar da yerleştirmişti. Kendi yazdıkları gerçek dışı örgüt talimatları üzerinden, haberlerimiz suç olarak gösterilmişti.  Tarihin tekerrürüne bakın ki; o davada ‘’Halkı kin ve düşmanlığa tahrik’’ ile suçlanmama delil neydi biliyor musunuz?  Odatv’de yaptığımız şehit cenazesi haberleri!

"Fethullahçılar gibi bilgisayarıma belge yüklemediler diye sevinmeli miyim üzülmeli miyim?"

Ne acı!  Aradan 9 yıl geçti, ben yine şehit cenazesi haberi ile tutukluyum.  Neyse ki; Fethullahçılar gibi bilgisayarıma belge yüklemediler, direkt haberi suç delili yaptılar, diye sevinmeli miyim üzülmeli miyim? 

Geleceğiz bugüne. Ama dedim ya; neden bugün burada olduğumuzun izi yakın geçmişte.  Cezaevinden çıkınca tüm dünyada Fethullah Gülen’in izini sürdük. Afrika’dan Avrupa’ya onlarca ülkede Fethullahçıların nasıl bir casusluk örgütü kurduğunu ‘’Mahrem’’ adlı kitabımızda ortaya koyduk. Kitabımızdaki uyarıları dikkate almak yerine, satış sayfalarına ve reklamlarına mahkeme kararıyla yasak getirdiler. Biz yine gazetecilik yaptık, onlar yine hukuksuzluk. 

Haklarını yemeyelim; ‘’Mahrem’’ kitabını örgütü anlamak için FETÖ davalarına delil olarak koyan savcılar da oldu bu topraklarda, bir nebze katkımız olduysa bu hain örgütle mücadeleye ne mutlu bize! 

"İlk Erdoğan’dan öğrendik; Libya’da MİT’in de görev yaptığını"

Israrla, TSK’daki Fethullahçılara Odatv’de dikkat çektik. Onlarca manşet yaptık. Bizi ‘’Ordunun moralini bozuyorsunuz’’ diye eleştirenlere, komplo teorisi yapmakla suçlayanlara, davalarla korkutmalara rağmen, FETÖ’nün darbe girişimi hazırlığı içinde olduğunu yazdık. Bunu yıllara varan deneyimle ve gazetecilik yaparak görüyorduk.  Ve maalesef haklı çıktık. 15 Temmuz oldu. İsmimiz darbe sonrası infaz edilecekler listesinden çıktı.

Biz, çocuklar adil bir gelecekte yaşasın diye bu çileli yolu seçtik. Ne kadar başarılı olduk ya da olacağız o gelecek için, ileride tarih kitapları yazar. Ama çocuğum yarın ‘’peki, o günlerde sen ne yaptın’’ diye sorarsa, başımı eğmeden gözlerinin içine bakıp anlatacağım bir mücadeleyi miras bırakmak istiyorum."

Barış Terkoğlu: Katillerin yapamadığı işe savcılar talip oldu

Pehlivan'ın savunmasının ardından Barış Terkoğlu savunmasını yaptı. Terkoğlu savunmasında özetle şunları söyledi:

"Biz Odatv gazetecileri, bu mahkemede sanık olmadan önce yıllarca iktidar içindeki çetelerden beslenen sürülerin hakaretleriyle, tutuklayın çığlıklarıyla, ölüm tehditleriyle terbiye edilmeye çalışıldık. Sonumuzun El Kaidecilerin Charlie Hebdo dergisini katletmesi gibi olacağını söyleyen kamu görevlileriyle bile karşılaştık. Nihayetinde katillerin yapamadığı işe savcılar talip oldu.

"O 'birileri' kimse, Odatv’den başlamak üzere herkese tezgâh kurdu"

Ümit Özdağ ile ilgili soruşturma, açıklama yaptığı gün değil, hafta değil, benim gözaltına alındığım gün, yani 4 Mart 2020’de başlatılmış. Ortadaki tablo çok açık. İstanbul’daki savcıları da Ankara’daki savcıları da hatta MİT’i de birileri harekete geçirdi. O “birileri” kimse, Odatv’den başlamak üzere herkese tezgâh kurdu.

"Hükûmeti eleştiririz ancak ülkesi için hayatını kaybeden kamu görevlisinin hatırasına saygı duyarız"

Sayın Başkan, Sayın Heyet, Siz bizim kim olduğumuzu da, niyetimizi de bilmelisiniz. Bakınız, iddianameye konu olan MİT mensubu Odatv’nin haberinde “şehit” olarak anılıyor. Odatv hükûmetleri eleştirir, onların politikalarını sorgular. Ancak biz ülkesi için hayatını kaybeden kamu görevlisinin hatırasına her zaman saygı duyarız. Bu ikisini ayırmak önemlidir. Bu, Odatv için kuruluştan bugüne değişmeyen bir gerçektir. Biz, gençlerimizin emperyalistlerin çıkarları için Kore’ye gönderilmesini eleştiririz. Ama Kore’de ölen çocuklarımızın mezarlarında gözyaşı dökeriz. Çanakkale’de ülkemizi işgale yeltenen devletlere lanet okuruz. Ama onların dünyanın dört yanından toplayıp üstümüze sürdüğü yoksul gençlerin mezarlarına emanet gibi bakarız.

"Şehitlerine hak etmedikleri kadar kötü muamelede bulunan bir ülkedir Türkiye"

Ancak açık bir başka gerçek var ki şehitlerine ve gazilerine hak etmedikleri kadar kötü muamelede bulunan bir ülkedir Türkiye. Bu benim şahsi kanaatim değil. “Vatan sağ olsun” diye kaldırılan cenazelerin ardından unutulduklarının, eğer gazi olmuşlarsa bir protez için neler yaşadıklarının sayısız haberini okumuşsunuzdur.

"Siz burada şehidin mezar taşını yargılıyorsunuz"

Şehitlik bir ölüm değil toplumsal hafızadır. Siz burada bir hafızayı yargılıyorsunuz. Siz burada şehidin mezar taşını yargılıyorsunuz.

Cenazenin MİT’ten olduğu anlaşılmasın diye “Teşkilat Başkanı” pankartıyla gönderilen çelenk, koca fotoğraf makinesiyle yapılan “gizli çekim”, belediye başkanından milletvekiline koca ilçenin katıldığı “gözlerden uzak” tören, aynı zamanda kahvehane işleten muhtardan öğrenilen “devlet sırrı“, 100 yaşındaki Millet Meclisi’nde kameralar önünde açıklandığı halde “kimsenin bilmediği bilgi”, MİT mensubu olduğu anlaşılmayınca savcılığa “bunlar MİT mensubu“ diye yazı yazan bir “istihbarat kurumu”...

"Pembe Panter kılıklı trajikomik senaryoya neyse ki bir kanun bulunabilmiş, bir dava açılabilmiş!"


Bu Pembe Panter kılıklı trajikomik senaryoya neyse ki bir kanun bulunabilmiş, bir dava açılabilmiş!
Ortada tek gerçek, bu iddianamenin altındaki Avrupa’nın en büyük adalet sarayının başsavcısı ve vekilinin imzası ve bizim bu davaya ciddiyet katmak için tutuklu yargılanıyor olmamız."

Bu iddianameyi yazanlar çok uğraşsalar da buradaki sanıklardan bir organizasyon yaratamadılar. Ancak bu süreçte gördük ki gizli soruşturma dosyasından organize şekilde sızıntılar oluyor, organize şekilde sanıklar hedef alınıyor, cezaevine kadar uzanan organize bir operasyon var. Soruşturmanın başlangıcından sonuna sıra dışı, organize olduğu açık işler oluyor.

"Bugün de bir organizasyonla mücadele ediyor olabilir miyiz?"

Düşündürmek istediğim şu: Tıpkı 9 yıl önce bizi örgütle suçlayan kişilerin bir örgüt üyesi çıkması gibi, acaba bugün de karşımızda kamu görevlilerinin ve tabii siyasi uzantılarının olduğu bir organizasyonla mücadele ediyor olabilir miyiz?

Bu soru inanıyorum ki bir gün yanıt bulur.

Sizden sadece adalete uygun, gerçekle barışık, vicdanla örtüşen, tartışmasız, sadece ama sadece millet adına bir karar beklediğimi söylemek istiyorum"

Eren Ekinci'nin savunması

Barış Terkoğlu'nun ardından duruşmaya SEGBİS'le bağlanarak savunmasını yapan Eren Ekinci, şuçlamaları kabul etmediğini belirterek, şunları söyledi: 

"Vatanını milletini seven bir İnan’a olarak vatanına ihanetle suçlanıyorum. Salondaki sanıkları Hülya Kılınç dışında tanımıyorum. Caminin içinde ve dışında fotoğraf çektim, bu konuda bilgilendirilmemiştik ve fotoğraf çeken ve video çekenler vardı"

 

 

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş