Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler
Serhatın Sesi / Serhat Diyarından Haberler

Amerikalı uzman: Bu bir Rus ruletiyse ABD ayağına, Türkiye kafasına sıkacak

25.08.2018
Amberin zamanı

Türkiye ile ABD arasında rahip Andrew Brunson yüzünden tetiklenen kriz dinmek bilmiyor. Taraflar, özellikle başkan Trump gittikçe sertleşiyor. Rahip bırakılmazsa önümüzdeki günlerde yeni yaptırımıların söz konusu olabileceği dillendiriliyor. Ancak Türkiye şimdilik geri adım atmaya niyetli görünmüyor. ABD’nin taleplerini Türk hukukuna saygısız müdahale ve yaptırımları da Türkiye’ye yönelik ‘ekonomik savaş’ olduğunu savunuyor. Kimi analizcilere göre Türkiye ve ABD arasında bugüne denk yaşanan en ciddi kriz söz konusu.

Gerçekten öyle mi yoksa bu kriz aşılabilir mi? Bu konudaki görüşleri için kanaatimce Türkiye’yi en objektif şekilde değerlendirebilen nadir ABD’li uzmanlardan Nicholas Danforth’a başvurduk.

Bipartisan Policy Center (BPC) isimindeki Washington merkezli oldukça muhafazakar düşünce kuruluşunda yer alan Danforth, Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihini inceleyen doktora tezini Georgetown Üniversitesi’nde tamamladı. Beş yıl boyunca İstanbul’da yaşayan Danforth mükemmel Türkçe konuşuyor. Danforth, Diken’in sorularını da Türkçe yanıtladı.

Türkiye ile ABD arasında yarım asrı aşan müttefiklik tarihinin en kötü krizinden geçildiği görüşü bazı kesimlerce dillendiriliyor. Bu görüşü paylaşıyor musunuz? 

Evet, maalesef o görüşü paylaşıyorum.  Geçen on yıl içinde bir sürü kriz gördük ve hepsi ‘Türk-Amerikan ilişkilerin en sıkıntılı noktası’ şeklinde yorumlanmıştı. Benim tarihçi olarak bu görüşlere katılmam söz konusu değildi. Sürekli  ‘altın’ yıllarında dahi ilişkilerin hatırladığımızdan daha sıkıntılı olduğunu tekrarlıyordum. Ama şu anda o noktadayız.

Sizce krizin temel nedenleri nedir? Soğuk Savaştan bu yana Irak, ve en son Suriye özelinde tanık olduğumuz ortak çıkarlardaki gittikçe açılan makas mı? Veya kimilerin iddia ettiği gibi Türkiye’nin Erdoğan liderliğinde muhafazakar İslamcı eksene doğru savruluşu mı?  

Soğuk savaş zamanında her krizi veya çıkar çatışmasını öteleyen bir ortak tehdit vardı: Sovyet Birliği ve komünizm tehdidi. Sovyet Birliği dağılınca, bazı analizciler Türk-Amerikan ilişkilerin yıpranacağını öngörmüştü. Tahminlerini yanlış zannetmiştik ama yeniden bakınca hak verip sadece uyarılarının aceleci olduğunu söyleyebiliriz. Ortak çıkarlar zamanla azaldıkça, karşılıklı güvensizlik arttı. Sonra güvensizlik o kadar derin oldu ki ortak çıkarların görülmesini engelledi. Tabii beyaz veya Ak Sarayda kim olursa olsun durum tehlikeli olurdu ama mevcut liderlerimizle…

İslamcı eksene gelince… AKP ilk iktidara geçtiğinde, Ankara’nin ‘İslamcı dış siyaseti’ ve ‘doğuya sapması’ Washington’da çok konuşuldu. Özellikle, Ankara’nın Esad’la yakınlaşması, bu yeni trendin en tedirgin edici örneklerinden biri olarak görülüyordu… Belli ki Erdoğan, İslam dünyasında bir lider olmak istiyor. Ama tutarlı bir İslamcı siyaset yerine, esas trendin kalıcı bir anti-batıcılık oluğunu sezebilseydik sanırım çok daha yararlı olurdu. Erdoğan, Hollandayı Srebrenitsa katliamı üzerinden ‘soykırım’ile suçlayabilen, aynı zamanda Belgrad’ta Miloseviç’in eski bakanıyla türkü söyleyebilen bir lider.

İlişkilerin bu denli kötü olmasında ABD yönetiminin payı sizce nedir?

Önemli değil. ABD veya ABD yönetimini savunmak amacıyla söylemiyorum bunu. Bizim yönetimimizi savunanlardan hiç değilim. Ama iki tarafta benzer bir yaklaşım var: “Biz haklıysak, ve diğer tarafa bunu kabul ettirebilirsek, krizden biz kazançlı çıkacağız.” Ama öyle olmayacak. ‘Haklı’ taraf her daim kazanır diye gibi bir kural yok uluslararası ilişkilerde. Bunlar dolayısıyla boş tartışmalar.

Türkiye uzmanı Ryan Gingeras ile birlikte kaleme aldığınız son derece çarpıcı gözlemler içeren Türkiye raporunuzda kritik bir noktaya değiniyorsunuz. Her iki taraf öne sürdükleri koşullar karşılanmadığı takdirde ilişkilerin kopma noktasına gelebileceğini ifade ediyor. Bunu özellikle “Alternatiflerimiz var” söylemiyle Erdoğan dillendiriyor. Ancak sizin de ifade ettiğiniz gibi ABD’den ‘kopan’ bir Türkiye’yi neler bekliyor? İktidar dahil, bilen yok sanki ve bu çok tehlikeli.

                                                                                         Danforth

Evet iki taraf kendisini vazgeçilmez olarak görüyor ve o yüzden diğerinin son anda bir kopuştan çekinmesini bekliyor. Ve o bekleyiş içinde iki taraf bir kopuşa istemeyerek varabilir. Amerika’dan kopan bir Türkiye alternatifler bulur ama o alternatifler yeni şart ve sorunlar getirir. Şimdi, mesela, Ankara elinde bir Amerikalı rehini tutarak başlattığı krizi idare etmek için elinde rehin tuttuğu Yunan ve Alman vatandaşları bırakmak zorunda kalıyor. Çünkü Avrupa’nın desteğine yeniden ihtiyaç duyuyor. Rusya ile ilişkiler söz konusu olunca, koşullar daha da ağırlaşabiliyor. Sanırım koşulların ağırılığı rejim İdlib’e topyekün saldırınca daha da yoğun şekilde his edilecek. Sınırlara yığılan yeni mülteci dalgası ve aralarındaki cihatçılar… İzole edilmiş bir Turkiye, o tehdide karşı etkili bir cevap vermekte zorlanır.

Sürekli ağızlarda sakız edilen ‘b’ planı ‘c’ planı nedir?  Sizce ABD ile ilişkileri kopan Türkiye’nin dünyadaki yeri ne olabilir? Buna rağmen Avrupa Birliği ile sağlıklı ilişkiler yürütebilir mi? ABD’ye rağmen NATO üyeliğini muhafaza edebilir mi?

Trump ve Erdoğan dünyadaki müttefiklerini uzaklaştırma yarışında. Erdogan açık bir arayla öndeydi ama geçen aylarda Trump da bayağı hızla koşuyor. Böylece Trump, Türkiye’nin alternatif bulmasına yardımcı oluyor. Yine de Trump’ın bu çabalarından istifade etmek isterse, Erdoğan Avrupa’yla uzlaşmalı.

Türkiye’nin NATO üyeliğinden atılmasına gelince… Bu mesele şimdilik ciddi biçimde tartışılmıyor ve tartışılmadı şu ana kadar. Ancak Türkiye NATO içindeyken ilişkiler çatlarsa,  her iki ülke-ABD ve Türkiye- daha zayıf olacak. Ama Türkiye stratejik ve ekonomik açıdan bu çatlamanın sonuçlarıyla daha dramatik bir şekilde yüzleşmek zorunda kalacaktır. Başka bir metafor kullanayım: İki ülke arasında oynanan oyun Rus ruleti ise ABD kendi ayağına sıkacak, Türkiye ise kendi kafasına sıkacak.

Raporumuzda, Ankara’nın ‘b’ ve ‘c’ planlarının – bu planlar mevcut ve gerçekçi olduğu nispette – dünyada saptadığı paradigma değişikliğine dayandığını yazdık. Yani Ankara’nın hesapları post-Amerikan ve çok eksenli bir dünyanın inşaasına dayanıyor. Dünya kesinlikle değişiyor doğru. Ama Ankara’nın stratejisini başarlı kılabilen bir hız ile mi değişiyor, emin değilim. Aklıma gelen ilk tarihsel örnek Enver Paşa. 1914’te Almanya, yeni yükselen bir güç olarak dünya savaşını kazanacağını varsaymak çılgınca bir hesap değildi. Varsayımın kendi başına çılgınca olması gerekmiyor felakete süreklenmek için. Varsayımın, hesabın yanlış çıkması yeterli…

Bazı yorumcular Türkiye ile ABD’nin aslında hiç bir zaman gerçek müttefik olmadıklarını dolaysıyla ‘kaybedilecek bir Türkiye’nin de olmadığını savunuyor. Sizce de böyle mi?

Hayır, katılmıyorum. ‘Gerçek müttefik’ ne demek? Her zaman, her istediklerimizi yapan biri mı? Müttefiklerimizi böyle bir standarda tabi tutarak, Erdogan’in “ABD sadece sadık ve itaat eden bir Türkiye’yi istiyor” tezine destek vermiş oluruz.

İlişkinin tarihine baktığımızda, ne ABD ne Türkiye müttefiklikliği bu şekilde anladı. O meşhur Johnson mektubuna bakın. Evet, Johnson’un ultimatomuna İnönü boyun eğdi. Ama on yıl sonra halefi, Ecevit, Amerika’dan izin almadan Kıbrıs’a müdahalede bulundu. Akabindeki kriz, ciddi olsa da bir kaç yıl içinde atlatılmış ve ittifak sağlam kalmıştı.

Bu ilişki korumaya değer mi? Türkiye Amerika için neden önemli (veya değil artık)? Amerika Türkiye için neden önemli (veya değil artık)?

Bildiğimiz yılların ittifakımızı korumak ne kadar takdire şayan bir hedef olsa dahi, varılan noktada bunun imkansız olduğu ortada. Yeni hedefimiz tümüyle hasım ilişkileri önlemek olmalı. İstikrarsız bir Türkiye, yaygın komplo teorilerinin aksine, ABD’nin çıkarlarına bir tehdit oluşturuyor. Yani, amacımız eski ilişkilerimizi canlandırmak değil, şimdilik her ne kadar olasılık dışı gözükse dahi tarafları karşı karşıya getiren ya da Turkiye istikrarsızlaştıran, daha da vahim senaryoları önlemek olmalı.

Aradaki derin güven bunalımı nasıl aşılabilir peki? 

Bilemiyorum. İki ülke durumu düşe kalka şimdilik idare etse bile aradaki güven çoktan kayboldu. Yeni bir ilişki kurmak hem zaman hem yeni liderler ister.

İran’a yönelik yaptırımlar son çiviyi çakar mı sizce?

Eğer Brunson’la çakmış değilse… Kanaatimce manevi açıdan son çiviyi çaktık bile. Böyle bir ortamda aradaki sorunları çözmek sahiden güç. Hatta ‘sorunlar’ yerine ‘patlamaya hazır mayınlar’demek daha yerinde olur. Brunson’u atlatsak dahi daha neler ver önümüzde. İran’a yonelik yaptırımlar yepyeni bir bunalımı tetikleyebilir. Menbiç meselesi hala önümüzde. Şu meşhur ama halen bulanık yol haritası sözde izlenirken bir yol kazası meydana gelebilir. Sonra S-400 füzeleri var, bir de Halkbank soruşturması… Tabii bir de Trump veya Erdoğan’ın henüz aklına gelmemiş farklı yeni kavga konuları da göz önünde tutarsak işimiz sahiden zor…

diken haber

Yazarın diğer yazıları;
Bütün yazıları >
Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş
Çok okunan haberler